Psikosomatik Okulu

Paris Psikosomatik Okulu

Psikosomatik terimi bildiğiniz gibi ilk kez J.C. Heinroth (1773-1843) tarafından kullanılmıştır. O döneme kadar ruh ve beden ile ilgili açıklamalar bu iki alanın birbirinden ayrı düşünülmesi fikrinden hareket etmekteydi. Heinroth’un psikosomatik terimini bir arada kullanmasıyla her iki durumun da yaşamın sonuna kadar beraber varlığını sürdürdüğü bir anlamda da kabul edilmiş olmaktaydı. Günümüzde medikal yaklaşımlı ve oldukça zengin bir yol izleyen psikosomatik akımlarının yanında psikanalizin de psikosomatik hastalıklara bakışı zaman içerisinde şekillenmiştir. Psikosomatik tıp hastalık kavramından yola çıkarak tüm biyolojik etiyolojik, biyolojik ve ruhsal faktörlerin nedenini aramaktaydı. Psikanalitik psikosomatik yaklaşım ise hasta insan ve onun ruhsal işleyişinden hareketle somatik bir hastalığın gelişme ortamını araştırmaktaydı. Bu yeni açılan yol tamamen tıbbi bir model olan psikosomatik tıbbın tam karşısında yerini almıştır. Beden her zaman psikanalitik çalışmaların içinde düşünülmektedir. Ama hastaların söylemlerinde var olmadığı sürece sessiz olanın sağlıklı olduğunu düşünürüz. Beden başımıza iş açmaya başladığında ise gürültü çıkarmaya başlar, acı çekenin anlattıklarını dinlemek durumunda kalırız. Sigmund Freud’un metinlerinde psikosomatik kelimesi doğrudan kullanılmamış, bilindiği üzere psikanaliz histerik hastalar ile çalışarak doğmuştur. Freud’u takip eden psikanalistler beden sıkıntıları ile daha kapsamlı olarak ilgilenmek ve klasik psikanalizden farklı yollarla çalışmayı hedeflemişlerdir. Freud sonrası birçok çalışmacı bedenlerinde sorun yaşayan ve özellikle de klasik psikanaliz metodu ile iyileşme sağlanamayan kişileri farklı bir yaklaşım içerisinde değerlendirmek istediler. Özellikle Ferenczi’nin başlattığı bu yaklaşım Amerika ‘da da kendisine yandaş bulmuş ve psikosomatik tıbbın ilerlemesine katkı sağlayan önemli kuramlar oluşmaya başlamıştır. Burada temel hedef psikosomatik hastalıkların kökeninde ruhsal işleyişe bakmak ve hangi durumlarda somatik hastalıkların geliştiğini anlamaktır. İlk sistematik araştırmalar hayat sigortaları için başlatılanlar olup, psikosomatik tıbbın doğuşuyla Chicago Okulu etrafında Ferenczi’nin öğrencisi F. Alexander ve yanı sıra Dunbar, Valebrega, Groddeck gibi çalışmacılar bu alanı ilerletmişlerdir. F. Alexander en çok vurguyu hastalık ile kişinin ruhsal işleyişi arasındaki bağa dikkat çekerek çeşitli hastalıklara göre kişilik sınıflamalarına giderek hastalıkla ruhsal dünya arasında ilişki kuran çalışmalar yapmıştır.  

Fransa'da ise "hepimiz psikosomatik bireyleriz" fikrinden hareket ile Paris Psikanaliz Kurumundan psikanalist Pierre Marty, M.Fain, Christian David ve Michel de M’Uzan’ın 1970’lerde Paris Psikosomatik Enstitüsünü kurmasıyla psikosomatik hastalıklarla çalışmak için ayrı bir çalışma yeri oluşturulmuştur. Burada temel sorgulama "Psikosomatik hasta nedir?" ve "Psikosomatik hastalık nedir?"  gibi iki önemli soruya yanıt arayarak hasta ve hastalık kavramlarını incelemekti. İlk çalışmalar baş ağrısı çeken ve alerjik hastaların incelenmesi ile başladı ve kısa sürede bu hastaların hastalıklarının ardında ruhsal süreçlerin işleyişinin yetersizliği ve semptomlarını anlamdan yoksun olarak algıladıkları görüldü. Görüşlerini sadeleştirirsek tıbbın hastalıktan doğru hastaya bakışının tam karşısına hastanın ruhsal işleyişi ile hastalığı anlama yaklaşımını ifadelendirebiliriz.  

Psikosomatik kuramın temelindeki düşünceye göre uyaranlar  boşalamazsa birikime, bu da somatik aygıtta sorunlara neden olmaktadır. İçten ve dıştan gelen uyaranlarla baş etmede ruhsal aygıtımızın dinamik yönü burada devreye girmektedir. Ruhsal tasarımlar zihinsel hayatımızın temelini oluşturur. Gündüz düşlemler, gece ise rüyalar ile kendisini gösteren bu tasarımların çağrışım yapma, düşünce geliştirebilme ve öteki ile ilişkimizdeki yeri son derece önemlidir. İşte bu süreçlerin oluşturulabilmesi için psikosomatisyen psikanalistlerin bazı yeni kavramlar ve bakış açıları getirmeleri psikosomatik işleyişleri anlamamıza yardımcı olmaktadır.   

Bir yandan da S. Freud’un dürtü kuramına Paris Psikosomatik Okulu kurucularından Pierre Marty'nin sağladığı katkıları eklemeliyiz. Psikosomatik hastalarla 1950’li yıllarda “Psikosomatik Araştırma” dediği yöntemle uzun görüşmeler yapan P. Marty, dürtü gelişimini anlatırken dürtüleri birbirinden ayırarak açıklamaktadır. P. Marty özellikle libido kavramını kullanmaktan kaçındığını, bunun psikanalize çok uygun bir kavram olmasına rağmen, psikosomatik işleyişlerde enerji bazındaki açıklamalarda kullanılamayacağını söyler. Gelişimsel bir kuramcı olan Marty, dürtülerin gelişimsel olarak değişim gösterdiğinden bahseder. Cinsellik ve erotizasyon gibi nevrotik hastalar için kullanılan terimleri psikosomatik hastalara gelince sıklıkla uyaran (excitation) kavramı ile yer değiştirerek açıklar. Klinikte psikosomatik işleyiş içerisinde olunduğunda genellikle dürtüsel yolun gelişimsel olarak nasıl düzensizleştiğini P. Marty vakalar ile açıklar. Psikosomatik psikanalitik kuramın temel kavramlarına yakından bakarsak; 

Zihinselleştirme: Pierre Marty’nin kuramının temel noktasını oluşturan zihinselleştirme kavramı psikosomatik hastaları anlamada çok önemlidir. Ruhsal tasarımlar zihinsel hayatımızın temelidir. Gündüz düşlemler, gece ise rüyalar ile kendisini gösteren bu tasarımların çağrışım yapma, düşünce geliştirebilme ve öteki ile ilişkimizdeki yeri vazgeçilmezdir demiştik. Bütün bunları yapan ve iyi bir zihinselleştirmeyi gösteren de önbilinçtir. Önbilinç S. Freud’un ruhsal aygıtındaki birinci yerleştirmeye denk düşer. Bilinçdışı ile bilinç arasında yer alan önbilinç aracı rolünde olup, zihinsel süreçler ve tasarımlarla bağlantılıdır. P. Marty psikosomatik hastalıkları olan kişilerdeki temel çalışma noktası olarak önbilincin işleyişine dikkat çeker. Zihinsel tasarımları birbirine bağladığından akıcı, geçirgen ve esnek olması beklenmektedir. Daha öncesi annesel işleyişin bebeğe kazandırdığı bu özellikleri kişinin kendi ruhsal aygıtında önbilinç ile bu işlevleri devamlı yapması beklenir. Ama her insanın ruhsal dünyasındaki işleyişlerde düzensizlik zaman zaman görülebilmekteyken psikosomatik hastalıklarda bu işleyişin uzun süreli olması sonucu düzensizleşme meydana gelmektedir. Bilinç ile bilinçdışındaki bu aracının iyi işlememesini özellikle bilinçdışındaki öğeler hiçbir şekilde işlenmeden bilince sansüre uğramadan çiğ şekilde çıkmakta bu da yetersiz önbilinç çalışmasını açıklamaktadır.    

İşlemsel Dünya: Öncelikle işlemsel dünyayı oluşturan önemli etmenlerden biri işlemsel düşüncedir. İşlemsel düşünce sadece güncel olan, düşlemsel dünya ile bağını kesmiş, sembolleştirmeden uzak düşünme biçimidir. Yani aslında dürtülerle bağlarını kesmiş, somut, gerçeklere dayalı düşünce biçimidir. Aslında her insan için hayatının belirli anlarında bu tip düşünce ile karşılaşmak olasıdır. Ama kronikleşince ve yerleşince artık işlemsel bir hayattan bahsetmek olasıdır. Burada artık dürtülerden bağımsız ve hassas bir sistemden söz edebiliriz. Dürtü dünyasının fakirleşmesi söz konusu olduğunda,  psikosomatik hastalıkları olan kişilerin işlemsel yaşamları uzun zamandır bu tür düşüncelerle fakirliğe uğramış, dürtüsel heyecanlar ve tasarım zenginlikleri yerini monoton, tek düze ve heyecandan yoksun, nedeni açıklanamayan hayatı sadece yaşamaya çalışıcı bir düzen içerisine girmiştir. Bu tip bir yaşama biçiminde üstbenlik kalitesinde bir düşüş ve İdeal Benliğin çok güçlü bir şekilde yerleşmesinden bahsedilebilir. Kişiyi hem kendine hem de ötekine karşı bitmek tükenmek bilmeyen yaptırımlarla karşı karşıya bıraktıran ideal benlik kişinin pasif şekilde gerilemesine izin vermeyip yaşanan olaylar karşısında ruhsal ve somatik açıdan yıkılmasına neden olabilmektedir. 

Temel Depresyon/Nesnesiz Depresyon: Bu hastalarda bahsedilen depresyon önceleri temel depresyon olarak adlandırılmaktaydı. Pierre Marty ilk kez 1996 yılında bu terimi kullanmıştır. Ama zaman içinde temel depresyon kelimesi yerini nesnesiz depresyon terimine bırakmıştır. Burada diğer tipteki depresyonlardan farklı olarak herhangi bir nesneye bağlı olmayan (nevrotiklerdeki gibi) hastaların yaygın endişe yaşadıkları anlardan hemen sonra yani ruhsal aygıtın taşıyamadığı duygulanımlardan hemen sonra travmatik olayları eklemleyemediği anlarda görülmektedir. Suçluluk duygusu veya başka herhangi bir duygulanım anlatılmadan somatik şikâyetler ifade edilmeden yaşanmaktadır. Çevrenin çoğunlukla farkına varmadığı, hastaların duygulanımdan uzak, otomatik şekilde herhangi bir arzu anlatmadıkları bir durumdur. Yorgunluk, stres ve bıkkınlık sıklıkla kullanılan muğlak açıklamalar olup, hastanın çevresinin fark etmediği bu durum psikanalistin karşı aktarımı sayesinde kolaylıkla fark edilmektedir.  

1972 de kurulan Paris Psikosomatik Okulu (IPSO) halen çocuk ergen ve yetişkin hastalarla çalışmalarını sürdürmekte ve Uluslarası IPSO-Pierre Marty derneği çatısı altında çeşitli ülkelerde eğitim ve süpervizyonlar verilmektedir. Derneğimiz içerisinde de bu alanda eğitimlerini sürdüren psikanalistler bulunmaktadır.   

Türkçe'de Psikosomatik Üzerine Yayınlanmış Kitap ve Yazılar:

  • Pierre Marty, "Zihinselleştirme ve Psikosomatik", Bağlam Yayınları 2012.
  • Rosine Debray, "Beden Deneyimi Psikopatolojisi", Bağlam Yayınları 2015.
  • Yansıtma 3-4 Sayısı, "Psikosomatik", Bağlam Yayınları 2000.
  • Psikanaliz Buluşmaları 3. Sayı, "Psikosomatik", Bağlam Yayınları 2008.
  • Psikanaliz Yazıları 11. Sayı, "Psikosomatik", Bağlam Yayınları 2005.
  • Tevfika Tunaboylu-İkiz, “Psikosomatik" ve "Yorumlama" Maddeleri, Psikanalitik Psikoterapiler El Kitabı, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, 2011.